Paylaşımlarımda sık sık Türkiye’de dizi filmlerin ve medyanın toplumsal etkilerine değiniyorum. Birçok insan dizi filmlerini izlemediklerini belirtiyor; ya bu yapımları izlediklerinin bilinmesi onları küçültecek kaygısıyla saklıyorlar ya da gerçekten izlemiyorlar. Bana göre, eğer toplumu değiştirmek istiyorsanız, bu dizileri izlemelisiniz; çünkü toplumun resmini; sosyal yapısını ve gençleri nasıl etkilediğini çok net bir şekilde görmenize olanak sağlar. Toplumun mevcut halini anlayıp eleştiri yapabilme hakkını ve olanağını kendinizde bulduğunuzda, onu daha iyi bir seviyeye taşıma imkanınız doğar. Aksi halde, eleştirisiz bir gelişim din gibidir büyük kültürel ve değer kaybına yol açar. Çünkü; Eleştiri eksikliği, mevcut durumun mutlak doğru olarak kabul edilmesine neden olur, bu da büyük kültürel ve değer kaybına yol açar. Kültürel ve etik değerler ancak eleştiri ve değişimle yenilenir ve sağlamlaşır. Eleştirel düşünce, geçmişin mirasını geleceğe taşırken gerekli olan yenilikçiliği ve uyumu sağlar.
Ben genellikle Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu, dizi filmler ve sosyal medya üzerinden gözlemliyorum. İnsanların bu platformlarda yaptıkları yorumlar ve eleştiriler, çoğunluğun neyi temsil ettiğini açık bir şekilde ortaya koyuyor. Ancak dizi filmlerde kariyer sahibi, entelektüel, zeki ve akıllı kadınların bilgi, sorumluluk ve bilinçli karakterleriyle ön plana çıkması gerekirken, bu kadınların bedenleriyle dikkat çekmeye çalışan tüketim odaklı görüntülerle temsil edilmesi büyük bir sorun teşkil ediyor. Bu yanlış temsiller, genç nesiller üzerinde olumsuz etkiler bırakıyor ve toplumsal algıyı yanlış şekillendiriyor. Sahne sanatçıları ve film yıldızları bu durumun dışında değerlendirilmelidir; onların işi gösteri sanatıdır.
Türkiye’de dizilerde ve sosyal medya paylaşımlarında iki grup çarpışıyor: Türbanlı, muhafazakar kesim ve laikçiler. Bu gruplar arasında ahlaki bir savaş olduğu görülüyor. Oysa ahlak sadece kadının bedeniyle tanımlanamaz; ahlak bir bütündür ve cinsiyeti yoktur. Türban da çıplaklık da aynı zihniyetin farklı yüzleridir. Her ikisi de birer meta ürünü olarak inanç ya da özgürlük kisvesi altında sunulur; oysa ne inançla bağdaşır ne de özgürlükle. Bunlar, bireyin değil, toplumsal cehaletin dışavurumudur ve çevreyi kirleten semboller olmaktan öteye gidemez. Zamanın ruhu ise türbanla da çıplaklıkla da değil, bilgiyle ve bilimle şekillenir.
Kraliyet ailelerinden ya da aristokrat kökenlerden gelen kadınların giyim tarzı, zarafet, ölçülülük ve temsil sorumluluğuyla belirlenir. Görsel cazibeden çok temsil ettikleri değerler ve topluma verdikleri mesajlar ön plandadır. Aynı durum, entelektüel, zeki, kariyer sahibi ve bilim dünyasındaki bireyler için de geçerlidir. Bu kişiler kendilerini bedenleriyle değil, bilgileri, özgün fikirleri ve topluma katkılarıyla ifade ederler. Oysa Türkiye’de diziler ve filmler, kadın karakterleri genellikle cinsel obje ya da moda ikonu olarak sunuyor. Doktor, avukat ya da öğretmen gibi meslekleri canlandıran karakterlerin uzun ojeli tırnaklar, mini etekler veya aşırı dekolteyle görüntülenmesi, bu mesleklerin gerektirdiği ciddiyet ve sorumlulukla çelişiyor. Bu ise gerçek hayattan kopuk bir algı yaratıyor. Oysa bu mesleklerde etik kurallar ve hijyen son derece önemlidir.
Bir doktorun tırnaklarının kısa, ojesiz, sade ve temiz olması gerektiği – özellikle Kuzey Avrupa’da edindiğim deneyimlerde parfüm ve takı kullanımının yasaklanması gibi – mesleki bir sorumluluk çerçevesinde belirlenir. Bulunduğum diğer Avrupa ülkelerindeki gözlemlerim de bunu doğruluyor. Hastanelerde ya da resmi büyük firmalarda profesyonel meslek gruplarındaki bireylerin abartılı bir görünüme sahip olmadığını görüyorum. Onlar çalıştıkları kurumu ve toplumu temsil ettiklerini bilerek sade, düzenli ve sorumluluk bilincinde bir özene sahipler.
Profesyonel hayatta ve toplumun önde gelen kesimlerinde giyim tarzı, yalnızca bireysel bir tercih değil, aynı zamanda bir sorumluluk meselesidir. Mesleki etik ve toplumsal algı, bireyin kendini nasıl sunduğunu şekillendiren önemli unsurlardır. Profesyonel bir ortamda bireyin giyimi, yalnızca kendisini değil, aynı zamanda temsil ettiği kurumu, mesleği ve toplum üzerindeki etkisini de yansıtır. Özellikle halka açık görevlerde çalışan meslek gruplarında, giyim tarzının işin sorumluluğuyla uyumlu olması gereklidir. Bu durum, bireyin kariyerine olan saygısını ve işine duyduğu ciddiyeti de gösterir.
Diziler ve filmlerde kadın karakterlerin kariyer sahibi olmalarına rağmen genellikle giyimleri ve dış görünümleriyle ön plana çıkarılmaları, toplumsal algılar üzerinde olumsuz bir etki yaratıyor. Bu, sadece kadınları cinsel obje olarak sunmakla kalmıyor, aynı zamanda toplumsal sorumlulukları olan güçlü ve bilgi dolu kadın modellerini de gölgede bırakıyor. Avrupa'daki meslek gruplarına dair verdiğim örnekler önemlidir. Gerçekten de bir doktor, hemşire, avukat ya da herhangi bir profesyonelin iş ortamında giyim tarzı, mesleğin gerektirdiği ciddiyet ve sorumluluğu yansıtmak zorundadır. Aksi halde toplumda yanlış bir algı oluşur ve bu, özellikle genç bireyler için yanıltıcı bir model haline gelebilir. Çünkü gerçek hayatta, bilgiye dayalı bir kariyerin modayla veya fiziksel cazibeyle değil, çalışkanlık ve disiplinle inşa edildiğini göstermek önemlidir.
Medya, gençler üzerinde son derece etkili bir yönlendirme gücüne sahiptir. Diziler, filmler ve sosyal medya platformları, gençlerin rol modellerini ve hayata bakış açılarını şekillendiriyor. Ancak bu içeriklerde bilginin, karakterin ve derinliğin yerini yüzeysellik ve fiziksel görünüme odaklanan mesajlar aldığında, bu durum gençlerin gelişimini olumsuz yönde etkiliyor. Türkiye’de genç kızların, estetik operasyonlarla tek tip bir görüntüye ulaşmaya çalışmaları, medya ve sosyal medyanın dayattığı güzellik standartlarının bir sonucudur. Bilgiye, karaktere veya kişisel gelişime değil, sadece fiziksel görünüşe ve tüketime verilen bu aşırı önem, bireysel özgüveni zayıflatıyor ve gençlerin kendilerini değerli hissetme ölçütlerini dar bir çerçeveye sıkıştırıyor.
Gençlerin toplumda güçlü, bağımsız ve bilgi odaklı bireyler olabilmeleri için medya içeriklerinin bu değerleri desteklemesi gerekiyor. Medyada sunulan kadın karakterlerin, bilgi ve başarılarıyla ön plana çıkan bireyler olarak temsil edilmesi, gençlere çok daha sağlıklı ve ilham verici rol modeller sunar. Ancak mevcut içerikler, bu ihtiyacı karşılamaktan oldukça uzak ve bu da gençlerin yüzeyselliğe yönelmesine, aşırı tüketime ve dış görünüme verilen önemin artmasına neden oluyor. Bu tek tip gençlik algısı, yalnızca bireysel kimliklerin değil, aynı zamanda toplumsal çeşitliliğin ve yaratıcılığın da önünde büyük bir engel teşkil ediyor.
Medya, gençlere yalnızca güzellik standartları sunmak yerine bilgiyi, merakı, kişisel gelişimi ve topluma katkıyı ön plana çıkaran içerikler üretmek zorundadır. Ancak bu şekilde gerçek bir değişim ve toplumsal ilerleme sağlanabilir. Türkiye’de dizilerin genellikle kadın karakterleri, sorumluluk sahibi, bilgili ve topluma katkı sağlayan bireyler olarak değil, estetik kaygılarla şekillendirilmiş "kusursuz" bedenlere sahip kişiler olarak sunması, gençlerin algısını ciddi şekilde çarpıtıyor. Bu durum, bireysel farklılıkların yerini, tek tip estetik anlayışına sahip bir neslin almasına neden oluyor. Kadınların bilgisi, zekası ve toplumsal katkıları üzerinden şekillenen hikayeler, hem izleyicilere hem de topluma daha büyük bir değer sunar.
Medyanın toplumsal değerler üzerindeki etkisi büyüktür. Diziler ve filmler, güçlü, bilgili ve topluma ilham veren kadın karakterler yaratma sorumluluğunu üstlenmeli ve bunu klişelerden uzak bir şekilde gerçekleştirmelidir.
Bilinmelidir ki gerçek özgürlük, yalnızca bireysel serbestlik değil, aynı zamanda sorumluluk bilinci ve bilgiyle şekillenir. Bu anlamda ahlak ve özgürlük, birbiriyle ayrılmaz bir bütünün iki parçasıdır. özgürlük, yalnızca başıboş bir serbestlik değil, aksine sorumluluğu ve bilinçli bir yaşamı gerektirir. Ahlak ise, bu sorumluluğun ve bilincin temel dayanağıdır. ahlak özgürlüğün bir temeli, özgürlük ise ahlakın bir tezahürüdür. İkisi bir arada, insanın hem bireysel hem de toplumsal anlamda uyum içinde yaşamasını sağlar. Ahlaksız bir özgürlük, kaosa dönüşür; özgürlük olmadan ahlak ise anlamını yitirir. Sonuc olarak özgürlük ve ahlak, insanın değerli bir yaşam sürmesi için birbirine bağlı ve vazgeçilmez iki kavramdır. Bu kavramların bir arada olması, bireylerin ve toplumların sağlıklı bir şekilde gelişmesi için gereklidir. Medya, bu sorumluluğu yerine getirerek, güçlü ve bilinçli bireyler yetişmesine katkıda bulunabilir elbette. Bu bağlamda, özellikle kadın karakterlerin temsili, toplumsal algıyı dönüştürme ve geliştirme konusunda kilit bir rol oynar.
Kadın karakterlerin, yalnızca fiziksel görünüm üzerinden değerlendirilen figürler olmaktan çıkarılarak bilgi, karakter ve toplumsal katkılarıyla ön plana çıkarılması, genç nesillerin kendilerine daha güçlü ve ilham verici modeller seçmesini sağlar. Diziler ve filmler, sadece eğlence amacı taşımamalı, aynı zamanda toplumu bilinçlendiren ve geliştiren bir araç olarak değerlendirilmeli. Bu yaklaşım, bireylerin değerlerini keşfetmelerine, özgüvenlerini geliştirmelerine ve topluma olumlu katkılarda bulunmalarına yardımcı olacaktır.
Sonuç olarak, medya içeriklerinin yüzeysel klişelerden uzaklaşarak daha derin, bilgiye dayalı ve toplumsal sorumluluk bilinciyle hazırlanması, bireysel ve toplumsal gelişim için hayati önem taşır. Özgürlük ve ahlak kavramlarının doğru bir şekilde işlenmesi, genç nesillerin daha bilinçli bir şekilde hayata hazırlanmasına katkı sağlayacaktır.
Ayse Nart
Yorumlar