Merhaba, Yazımı bir soruyla başlatmak istiyorum. Çünkü bazen tek bir soru, uzun uzun açıklamalardan daha etkili olabiliyor.
Eğer herkes haklıysa, haksız olan kim? Eğer herkes haksızsa, haklı olan kim?
Bugün tam da bunu konuşacağız: İnsanlar neden kendi doğrularına sıkı sıkıya bağlanıyor ve dogmalardan kurtulamıyor?
Türkiye’de (ve aslında dünyanın birçok yerinde) insanlar bilinçaltlarını sorgulamadıkça, farkında olmadan içine doğdukları veya zamanla benimsedikleri dogmaların esiri olmaya devam ediyorlar: Bilinçaltina inilmedikçe, insan Türkiye’de ne din köleliğinden, ne sosyalist dogmadan, ne de diğer ideolojik dogmalardan kurtulabilir. Dini, ideolojik ya da laik olsun, herkes kendi “doğrusunu” mutlak gerçeklik gibi kabul ediyor ve farklı düşüncelere kapalı hale geliyor. Özgürlüğü savunurken bile, çoğu zaman farkında olmadan yeni bir dogmanın içine hapsoluyorlar.
Asıl özgürlük, insanın kendi içindeki yapı taşlarını, bilinçaltındaki yönlendirmeleri, alışkanlıklarını ve öğretilmiş değerleri sorgulayarak başlar. Ama bu, çoğu insan için fazlasıyla rahatsız edici bir süreç. Çünkü gerçekten özgürleşmek, köklerinden, aidiyetlerinden ve kendini güvende hissettiği kabullerden şüphe duymayı gerektiriyor. Bunu yapabilen az insan var.
Dogmaların bu kadar güçlü olmasının nedeni, insanların belirsizlikten korkmaları olabilir mi peki? Çünkü sorgulamak, insanı bilmediği, güvenli olmayan bir alana sürüklüyor. Ama
Bana göre 1. sirada Alışkanlık geliyor: cünkü, İnsan, çocukluktan itibaren belirli bir düşünce sistemine, çevresel etkilerle inşa edilen bir dünya görüşüne alışıyor. Ne kadar zeki ya da eğitimli olursa olsun, zihin en kolay yolu seçer: Alıştığını tekrar eder.
İkinci sırada Alışkanlıklardan Kopmak: İşte burada asıl mesele başlıyor. Alışkanlıkları sorgulamak, insanın kendisini inşa ettiği temelleri sarsmak demektir. İnsan, üzerine kurulduğu zeminin sallanmasından hoşlanmaz. Sorgulamak, hem entelektüel hem de duygusal olarak sancılıdır.
Üçüncüsü ise Belirsizliktir: Ve en büyük korku. Dogmalar, insanlara güven verir çünkü her şeyi açık ve kesin gösterir. İnsanlar kaosa dayanamaz, o yüzden sorgulamaktansa bir "hakikat"e tutunmayı seçerler. Ancak hakikat olarak kabul ettikleri şey, çoğu zaman yalnızca kendi inançlarının yansımasıdır.
O yüzden, özgürlük dediğimiz şey aslında belirsizliği kabullenebilenler içindir. Ama kaç kişi buna gerçekten cesaret edebilir? Tam olarak bu yüzden, özgürlüğün bedeli ağırdır. İnsanlar genellikle alışkanlıklarını, güvenli alanlarını ve net doğrularını terk etmek istemezler. Çoğu kişi, kendi inşa ettiği hapishanede yaşamayı, bilinmeyen bir dünyada özgür olmaya tercih eder.
Gerçek özgürlük, mutlak bir bilgiye ya da dogmaya sarılmaktan çok, sürekli bir sorgulama ve değişim halinde olmaktır. Ama bu süreç yalnızlık da getirir; çünkü dogmalar içinde yaşayan çoğunluk, sorgulayanı ya tehdit olarak görür, ya negatif anlar ya da anlamaz.
Özgürleşmek isteyenin en başta göze alması gereken şey de bu: yalnızlık ve belirsizlik.
Asil mesele: Eğer herkes haklıysa, haksız olan kim? Eğer herkes haksızsa, haklı olan kim?
Bu sorular, insanın kendi doğrusuna mahkûm olmasını zorunlu kılıyor. Çünkü her dogma, kendisini mutlak doğru olarak konumlandırıyor ve karşıtını yanlış ilan ediyor. Sonuç olarak, insanlar yalnızca kendi inandıkları sistemin içinde var olabiliyor, dışına çıkamıyorlar. Gerçek anlamda özgür düşünebilmek için, insanın kendi haklılığını bile sorgulayabilmesi gerekiyor. Ama kaç kişi bunu yapmaya cesaret edebilir?
İnsanlar haklı olabilmek için o kadar enerji harcıyor ki, tüm kaynakları kendi doğrularını kanıtlamak için seferber ediyorlar. Karşı tarafı susturmaya, kendi argümanlarını en güçlü şekilde savunmaya çalışıyorlar. Oysa karşı tarafın da kendince dayandığı kaynaklar var.
Bugün elimizin altında sonsuz bilgiye erişim sağlayan bir teknoloji var. Ancak bu bilgi bolluğu içinde hangi kaynağın gerçekten doğru olduğunu nasıl bilebiliriz? otorite kabul edilen kurumların verileri en güvenilir olarak sunuluyor, ama onların doğruluğunu kim garanti ediyor? Veriler hangi yöntemlerle, hangi çıkarlar doğrultusunda derleniyor? İstatistikler gerçekten ne kadar doğru?
Herkes kendi doğrusu uğruna savaşırken, asıl soru gözden kaçıyor: Gerçek ne? Ve daha da önemlisi, gerçeği gerçekten bilmek isteyen kaç kişi var?
Herkes kendi gerçeğine sığınmış, haklı olduğunu kanıtlamak için savaş veriyor. Ama bu savaş, çoğu zaman gerçeği bulmak için değil, kendi inandığını üstün kılmak için yapılıyor. İnsanlar gerçeği gerçekten aramak yerine, zaten inanmak istedikleri şeyi doğrulayan kaynakları seçiyorlar.
O yüzden tartışmaların çoğu kısır döngüye dönüşüyor; çünkü kimse gerçekten anlamaya çalışmıyor, sadece haklı çıkmak istiyor. Gerçek peşinde olanlar değil, kendi dogmalarını savunanlar çoğunlukta. İşin ironik yanı da şu: Gerçekten haklı olanın haklı çıkmaya ihtiyacı yoktur.
Ayşe Nart
Comentários